Eyüp Başar ellili yaşlarının henüz başlarında olmasına rağmen yaşından epey büyük gösteren, hayatın bütün sıkıntılı süreçlerini yüzünde asılı kalmış hüzünlü ifadede ve yıpranmışlıkta taşıyan birisiydi. 1.65 metre boylarında, zayıf , hafif esmer tenli ve elaya çalan gözlerinden sürekli olarak çaresizlik emareleri saçılan eski bir mahkumdu.
Sekiz yıl kaldığı Ceyhan Hapishanesi’nden dört yıl kadar önce çıkmış, boşluğa düşmüş ve hayata hapishaneye girmeden önceki son yerden devam etme imkanı bulamamıştı. İstemediği halde hayatının en büyük kırılmalarından birini yaşamak zorunda kalmıştı.
Hapishanede, verilen cezayı çektikten sonra kanun nezdinde artık ”ıslah” olmuştu ve salıverilmişti. Neyin cezasını çektiğini ise yakın çevresi dahi kimse bilmiyordu, ona göre ise bütün bu yaşananlar yanlış anlaşılmaktan kaynaklanıyordu.
Hapishaneden çıkan Eyüp’ün içeride geçirdiği ile özgür insanların dışarıda geçirdiği sekiz yıllık zaman aynı uzunlukta olmasına rağmen, hapishaneden çıktığında dışarıdaki akışın çok daha hızlı ve hesapsız olduğunu farketti. Zaman devinimin ölçü birimiyse, dışarıda da devinim daha fazlaysa, zamanın dışarıda daha hızlı aktığına şaşmamalı insan elbette. Ve dışarının fazlasıyla değişmesine de.
İnsan yaşamak zorunda bırakıldığı yeri bir süre sonra ister istemez benimsiyor ve orayı zaman içinde sevmeye başlıyor. Hiç planlı olmayan bir şekilde hapishaneye düşen Eyüp de büyük ve tehlikeli suçlularla dolu Ceyhan Hapishanesi’ni benimsemiş ve sevmeye başlamıştı. İnsan neden bir yeri veya oradaki kişileri sever? Aslında hayatını kolaylaştırmak için. Eyüp de o yeri hayatını kolaylaştırmak için sevmişti muhtemelen.
Peki, aslında bu zoraki olarak sevilen yerde zaman nasıl geçer? Eyüp için, çeşitli suçlar işlemiş ve ardından hapsedilmiş insanları daha fazla sevme çabasıyla geçiyordu. Peki, suçluları sevmeye başlaması Eyüp’ün topluma ve toplumsal değerlere sırtını döndüğü anlamına mı gelirdi? Toplum ona “suç işlediği” için sırtını dönmüştü zaten. Eyüp bu şekilde topluma karşılık mı veriyordu?
Peki, Eyüp’ün de büyük suçlular tarafından sevilmesi ve takdir edilmesi onu daha suçlu biri mi yapardı? 35 kişilik C-15 koğuşunda zaman bu sorgulamalarla geçiyordu.
Eyüp; hapishaneye nasıl alıştıysa ve oradaki yaşamı yıllar içinde içselleştirdiyse, sekiz yılın ardından, dışarıdaki yeni yaşama da alışmalıydı. Ve yeni özgür yaşama bıraktığı yerden değil, insanların yaşamı getirdikleri noktadan uyum sağlaması gerekiyordu. Dışarıdaki yaşam ise o hapse girmedenki halinden daha acımasızdı. Belki de o daha savunmasızdı.
Eyüp çıktığında, onu hapishaneye atan toplumun ve devletin sekiz yıllık süreçte daha suçlu bir noktaya geldiğine kanaat getirdi. Bazı insanlar toplum ve devlet tarafından suçlarından arınsın diye hapishanelere gönderilirken büyük kitleler aslında suçu daha fazla içselleştirmişti. Belki de bu sebeble dışarıdaki hayat da toplum tarafından hapishaneye çevrilmek isteniyordu.
Tüm bu gördüklerinden sonra bir hayli öfkelenen Eyüp, içeride geçirdiği yılların kendisinden çalındığını ve dışarıdaki bütün insanların kendisine borçlu olduklarını içten içe düşünmeye başladı. Bu yoğun hissiyat onun yeni hayatına başlama sürecini biraz daha sancılı yapacaktı.
Adana’nın bir kenar mahallesinde kendisinden 10 yaş kadar küçük eşiyle yaşarken hapishaneye düşen Eyüp’ün yaşamı artık eşi olmadan devam edecekti. “Büyük aşk” iddiasıyla başlayan ilişki, eşinin onu hapishanede ilk günlerden itibaren ziyaret etmeyi bırakmasıyla sona ermişti. Daha sonra hapishane yetkililerini de araya sokarak eşine ulaşan Eyüp; eşinin ayrılmak istediği haberini aldı ve epey sarsıldı. Kendisinden genç ve güzel olan bir kadının yıllarca onun hapishaneden çıkmasını beklemesinin de bencillik olacağını düşünmüştü. Bir de eşi yüzünden aklı hep dışarıda kalacaktı ve hapishane hayatı onun için daha da zorlaşacaktı. Bu duyguyla, eşinin ayrılma isteğine fazla direnmedi.
Özgürlüğüne kavuştuğunda onu hapishaneden tanıştığı ve daha önce özgürlüğe kavuşan iki arkadaşı karşıladı.Yıllarca çalışarak biriktirdiği para ile yaptırdığı küçük müstakil evi boşanma sırasında eşine devrettiğinden hapishaneden çıktığında kalacak bir yeri yoktu. Bu vefalı arkadaşları dönüşümlü olarak Eyüp’e kalacak yer verdiler, onunla ekmeklerini paylaştılar.
Daha sonra bütün iş arayışlarına rağmen sabıkalı olması sebebiyle bir iş bulamadı Eyüp. Hapishanede yıllarca tutularak ”ıslah” edilen birinin, normal yaşama geçme çabaları Eyüp’e göre suçu içselleştirmiş olan toplumun bariyerleriyle karşılaşıyordu. Öyle bir zaman geldi ki Tanrı’ya bile öfkelenmeye başladı. Bu öfkeyi çaresizlik olarak değil panzehir olarak görülmesi gerektiğine inandı.
Özgürlüğünün üçüncü ayında arkadaşının bir tanıdığının teklifiyle Söğütlü köyünde bir tavuk çiftliğinde çalışmaya başladı. Görevi tavukları yemlemek, sulamak ve yumurtaları toplamaktı. Yaklaşık dört yıl kadar bu işi sürdürdü. Bu çiftlikte yaşamı hapishane öncesini ve hapishane anılarını düşünerek geçti. Hüzünlüydü. Hüznünde umut ışıkları da yok değildi. Dolayısıyla pişmanlık yaşamamıştı.
Dört yıllık çiftlik işini sadece “ayrılıyorum” sözü ile sonlandırdı. Toplumu cezalandırmaya gittiği söylendi. Belki de bir kez daha kendisini.